; Kürt Site Birligi Radio
   
  Hewalno Hun bixer hatin
  GERILLA s
 
LIFE FROM THE GUERILLA (PKK)
 
 
Gerilladaki Erternasyonalistler - 1: Gerilla bir halklar mozaği
 
Kürdistan dağlarında hangi halklardan insanlar yok ki. Pakistan’lısından Alman’ına İsviçre’lisinden Kazak’ına, Arap’ından Türk’üne yüzlerce kişi PKK saflarına katılarak Kürt Özgürlük Mücadelesi içinde enternasyonalist görevlerini yapmaya çalışıyorlar.
 Yeni Özgür Politika
 

Kürdistan ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini veren PKK hareketi kuruluşundan itibaren enternasyonalizme verdiği önemi deklere ederek mücadelesini başlattı.

Hareketin Önderi Abdullah Öcalan buna verdiği önemiHaki Karer ve Kemal Pir gibi iki devrimci ile yola çıkarak mücadeleye başlamasını örnek veriyor. Kemal Pir ile Hakki Karer’de Türkiye’nin kurtuluşunu Kürdistan’ın kurtuluşunda gördükleri için harekete katıldıklarını belirtmişlerdi. O yüzden enternasyonalist temel üzerine kurulan PKK’de şu ana kadar yüzlerce enternasyonalist devrimci yer aldı. Bu enternasyonalistlerin büyük bir kısmı ise silahlı mücadelenin başlamasından sonra gerillaya katılarak görevlerini yapmaya çalıştılar.

Kürdistan dağlarında hangi halklardan insanlar yok ki… Pakistan’lısından, Alman’ına İsviçre’lisinden Kazak’ına, Arap’ından Türk’üne yüzlerce kişi PKK saflarına katılarak Kürt Özgürlük Mücadelesi içinde enternasyonalist görevlerini yapmaya çalıştılar.

Kürt halkının özgürlüğü için Kürdistan dağlarında gerillacılık yapan yüzlerce enternasyonalistten sadece bir kaçı olan Kazakistan’lı Toros, Arap Çekdar, Rus Jiyan, Türkmen Bedrettin ve İsviçreli Tolhildan’dır. Orta Asya Bozkırlarından çıkıp Kürdistan dağlarına gelen Toros, okuduğu bir gazeteden Kürtleri tanıyarak dağlara çıkmaya karar veriyor. Türkmen Bedrettin yaşanan toplumsal bunalım ve ezilmişlik sonucu
 
içine girdiği arayışlarının sonucu Kürdistan dağlarıyla buluşuyor. Jiyan Rus köklerini dağlarda armaya başlıyor. Çedar Arap ise Kolombiya’ya gitmek isterken, yolunu değiştirerek Kürdistan dağlarında soluğu alıyor.

Onları Kürdistan dağlarına kadar getiren çocukluk hayallerini, sosyalizm arayışlarını ve ütopyalarını onlar anlattı biz yazdık…
Hepsinin ortak vurgusu özgürlüğü dağlarda yakaladıktan sonra ineceğiz oldu.

Orta Asya bozkırlarından Kürdistan dağlarına

Dünyaya hükmeden, çeşitli kitap, roman, hikaye ve şiire konu olmuş dünyanın askeri dehaları olarak bilinen Cengizhan ve Timurlenk’in çıktığı bozkırların bir parçası olan Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te beş çocuklu doktor bir annenin, mühendis bir babanın üçüncü çocukları olarak doğdu. Adı Nurbek Alimbetov. İlk ve orta öğrenimini Taşkent’te tamamlayan Nurbek, çocukken en büyük hayali olan pilot olmak için uçak mühendisliğine bağlı meslek lisesine kaydını yapar. Liseyi bitirdikten sonra uçak mühendisliği bölümüne kaydını yaptırır, ailesi ile yaşadığı geçimsizlikten ötürü, 1991 yılında Kızıl Ordu’da askerlik yapmak için başvurur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 1996 yılında ülkesi olan Kazakistan’a dönen Nurbek’in hayatı burada okuduğu bir gazeteden tanıdığı Kürtlerle değişmeye başlar. O günden sonra Kürtleri daha yakından tanımaya çalışıyor. Kısa bir araştırma incelemeden sonra bir gerilla olarak Kürdistan dağlarına gitmeye karar verir. 1997 yılında Kürdistan’a geldiğinde ise o artık Nurbek değil de, Kürdistan dağlarında özgürlük hareketi saflarında Toros adıyla mücadeleye vermeye başlayan bir gerilladır.

Toros ataları Cengizhan ve Timurlenk’in çıktığı bozkırlardan yola çıkarak Kürdistan dağlarına uzanan hayatın çocukluk günleri ile hayallerini şu şekilde anlatıyor: “Küçükken en büyük hayalim pilot olmaktı. Rüyamda hep uçuyordum. O yüzden kaydımı uçak mühendisliğine bağlı liseye yaptırdım. Liseyi bitirdikten sonra uçak mühendisliğine yazıldım, aynı zamanda da uçak fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladım. Bu istemim anne ve babamınkiyle çelişiyordu. Çünkü annem psikolog, babası ise polis olmamı istiyordu. Bu yüzden onların desteğini yitirdim.
Tek çare askere gitmekte kalmıştı. Bende 18 yaşında olmama rağmen Kızıl Ordu’da askerlik yapmaya başladım.”
Ailesine olan tepkisinden dolayı uzak yerde askerlik yapmak isteyen Toros, iki yıl süren askerliği boyunca denizci olarak Uzakdoğu ülkelerini yani Çin, Vietnam, Kore, Filipin ve Singapur’u gezdi.
 


Farklı halklardan arkadaşlıkları vardı

Toros, şiddeti sevmediğini ve hiçbir zaman da esas almadığını söyleyerek enternasyonalizmi savunduğunu belirtti. Yaşadığı çevrede hep farklı halklardan insanlarla arkadaşlıklar kuran Toros “Arkadaşlarım Moldovya, Tatar, Yahudi, Özbek, Ukrayna, Rus, Alman ve Sovyetlerde yaşayan diğer halkların çocuklarıydı. Bu halkların çocuklarıyla ortak dilimiz Rusça’ydı” diye konuştu. Toros ülkelerinde Ortadoğu’ya oranla kadın hakları konusunda belli kazanımların olduğunu fakat Kürt hareketi içerisindeki düzeyde olmadığını söyledi.

Reel sosyalizminin yarattığı kırılma
Arayışlarının Sovyetlerde sosyalizmin yıkılmasından sonra arttığını belirten Toros ülkesinde daha sonra gelişen süreci şöyle anlattı: “Ben askerdeyken Sovyet sosyalizmi yıkıldı. Reel sosyalizm yıkıldıktan sonra maddiyat öne çıktı. Parası olan insandı olmayan bir hiçti. Bununla birlikte ayrıntı da olsa özgürlükler konusunda bazı farklılıklar yaşanmaya başlandı. Örneğin Sovyetler döneminde gece yarılarına kadar gezebiliyorduk. Yıkılıştan sonra ise karanlık çöker çökmez evlerimize çekilmek zorunda kalıyorduk. Bunun nedenlerini aramaya başladım.

Komşuluk ilişkileri bitti. Gidiş gelişler kesildi. İnsanlar arasındaki sıcak ilişkiler yok oldu. Kaybolup gitti. Hırsızlık ve toplumsal kirlenme başladı. Eski iş yerime döndüm orası da beni tatmin etmedi. Bu ortam içinde ben de ticarete girmeye çalıştım. O alanda bir şeyler kazanmak, elde etmek istedim. Buradan kazandıklarımla kimsesiz çocuklar için bir şeyler yapmayı düşünüyordum.” Toros, kimsesiz çocuklara yönelik daha önce yapmak istediği projeyle bine
 
yakın çocuğa ait okul, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamak istiyordu. “Ama o sistem içinde bunu gerçekleştiremeyeceğimi anladım” diyen Toros, bunun nedenini kişilik olarak kapitalist sisteme ters düşmesine bağladı.

‘Bir gazeteden Kürtleri tanıdım’
Milliyetçiliğin geliştiği Özbekistan yasalarını insanlıktan uzak olarak değerlendiren Toros, burayı yaşanılacak bir yer olarak görmediğinden 96’da Kazakistan’a geçti. Toros “yaşanan sosyal, siyasal, toplumsal, ekonomik sorunlar önüme birkaç yol koydu” diyerek bunlardan birinin intihar olduğunu söyledi. O sırada bir Kürt’le tanışan Toros, kendisine verdiği gazete aracılığıyla Kürtleri ve PKK’yi tanımaya başladı. Toros bir süre Kürtlerle ilişki içerisinde olduktan sonra Kürdistan’a gitme kararı aldı. “Kürtlerle ilgili her şeyim bir gazeteyle başladı” diyen Toros, gerillaya katılım sürecini şöyle anlattı: “Bir Kazak olarak Kürdistan’a gidip gidemeyeceğimin araştırılmasını istedim.

Araştırıldıktan sonra bana ‘Kürdistan’a gidip savaşabilirsin’ denildi. Bende gitmeyi istedim. Kürtler ve Kürt tarihine ilişkin her şeyi gazeteden öğrendim. Diğer Kazaklar bunu fark etti. Gazeteyi yasaklayacaklarını söylediler. Kürtler hakkında yanlış bilgi vermeye başladılar. Tanıştığım o Kürt gencinin amcasının evine gittik. İlk kez Başkan’ın fotoğrafını orada gördüm. Başkan’ın kişilik sorunu üzerine olan kitabını bana verdiler. Okudum. Hareketi biraz o kitaptan tanıdım. Kitapta anlatılanlar hayallerime cevap oluyordu. Büyük hayallerim vardı, Başkan’ın da kitapta söyledikleri çok büyük şeylerdi. Başka sosyalizmden söz ediyordu. Ancak reel sosyalizm değildi. Kitabı okuduktan sonra bir enternasyonalist olarak Kürdistan’a gitmek istediğimi söyledim.
Hümanist açıdan bakıyordum olaya. Şiddeti de reddetmiyordum. O temelde gelip katıldım.”

Dil konusunda zorlandı
Toros gerillaya katıldıktan sonra ağırlıklı olarak Behdinan taraflarında kaldı. Halkla ilişkiler geliştirmek istediğini, ama genelde askeri güçler içinde kaldığı için geliştiremediğini söyleyen Toros, gerillada Kürtçe’yi de öğrendi.

Toros dil öğrenene kadar ilk iki yıl çok zorlandığını belirterek bu konuda yaşadığı zorlanmayı, “öyle olmuştu ki işaretlerle anlaşıyorduk. Söylemek istediklerimi söyleyemiyordum. Anlamak istediklerimi anlayamıyordum. Türkçeyi de öğrendim. Ama sadece Kürtçe konuşuyorum. En çok zorlandığım şey kitap bulamamaktır. Türkçe ve Kürtçe’yi konuşacak kadar öğrendim.
Kitap okumama yetmiyor.
Rusça kitap da bulamıyorum. O yüzden bir gerilla arkadaşımın elinde kitap gördüğümde onu kıskanıyorum. Hele hele bir de bu Başkan’ın kitabıyla daha çok
 
kıskanıyorum” şeklinde anlattı.

‘Özgürlüğe kadar dağda yaşayacağım’

En büyük özlemlerinden birinin Kürdistan Demokratik Konfederalizm Önderi Abdullah Öcalan’ı görmek olduğunu söyleyen Toros, “onu görmemeyi kendim için büyük bir kayıp kabul ediyorum” dedi.

Toros, savaşsız, halkların kardeşçe birarada yaşadığı bir dünya için Kürt Özgürlük Hareketi içinde yer aldığını belirterek “dünyada ciddi dengesizlikler var. Özgürlükler sorunu var. Kimlik sorunu var.
Cins sorunu var. Hala insanlar açlıktan ölebiliyor. Tutuklanabiliyor. İşkencelerden geçirilebiliyor. Sorgusuz, sualsiz öldürülebiliyor. İnsanlığı öldüren bunlar ortadan kaldırılmalıdır.
İnsanca yaşanmalıdır. Tek renk, tek tip insan olmaz. Robotça değil, sıcak insan ilişkileri olmalı. Başkan’ın yeni toplum, yeni insan, yeni yaşam projesi, özgürlük anlayışı ve ideolojik yaklaşımı bunu içeriyor. Kürt Özgürlük Hareketi buna karşı mücadele ediyor. O yüzden Kürtler özgürleşinceye kadar yani Kürt sorunu çözülünceye kadar bu dağlarda yaşayacağım” diye konuştu
 
Gerilladaki Erternasyonalistler - 2: Gerillada Türkmen bir arayışçı...
 
 
Devrimciliğin ne anlama geldiğini, nasıl bir yaşam olması gerektiğini, üslubunu, ilişkilerini teorik olsa da kavram düzeyinde biliyorduk. Fakat beni daha çok çeken gerilla savaşıydı, gerilla eylemiydi.
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Anadolu’da yaşayan bir Türkmen çocuğu olan Bedrettin, yaşamın zenginlik-fakirlik, ezen-ezilen gibi dengesizliklerine bir isyan olarak takıldı arayışlarının peşine ve çıktı dağlara. Daha eşitlikçi, adaletli yani sosyalist bir yaşam uğruna Türkiye dağlarında savaştı. Tıpkı 6 asır önce Anadolu’da egemenlere karşı halkçı bir başkaldırıyı başlatan Türkmen devrimcisi Şeyh Bedrettin gibi…

Karaman’ın bir köyünde 1975 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bedrettin Amanos, ilk ve ortaokulu köyde, liseyi Antalya’da okudu. Bedrettin ‘91’de kazandığı Çukurova Üniversitesi Edebiyat Öğretmenliği’ni okurken, aynı zamanda geçinebilmek için çeşitli işlerde çalıştı. Adana’da üniversiteye giderken yaşadığı sınıfsal çelişkilerden dolayı sola eğilimi gelişen Bedrettin’in ağabeyinin de devrimci bir örgütten cezaevinde yatmasının etkisiyle, devrimci harekete karşı sempatisi gelişti. İlk başta Dev Sol öğrenci gençlik hareketi TÖDEF’le ilişkilenen Bedrettin, daha sonra “İlişkilerde sadelik bulamadım” diyerek yurtsever gençliğe yakınlaşmaya başladığını belirtti.

Kemalizm tartışmasıyla başlayan yakınlaşma

Bedrettin ilk olarak yurtsever bir öğrencinin derste Kemalizm üzerine yaptığı tartışmadan etkilendiğini belirterek olayı şöyle anlattı: “Amedli Sezai isminde bir arkadaşın Kemalizme karşı retçi bir değerlendirmesi olmuştu. Bir bayan arkadaşımın da karşıdan cevap veren bir tartışması oldu. Ben daha çok eğilim olarak Kürt arkadaşın söylediklerine daha fazla sempati duydum. Kürt hareketini bilmememe rağmen Kürtlere karşı ilgim gelişti. Daha
 
sonra benim en çok paylaştığım, tartıştığım arkadaşlar Kürtler oldu.”

Zamanla YCK ile tanışan Bedrettin “ortamdaki sohbetlerde, ilişkilerde daha sade, mütevazi, insana değer veren yaklaşım vardı, beni çekti” diyerek YCK ile tanışmasını anlattı.

Orhan Ersöz’den eğitim aldı

PKK’nin şehitlerinden olan Gurbetelli Ersöz’ün kardeşi Orhan’dan da bahseden Bedrettin “benim partiyi daha iyi tanımama neden olan arkadaşlar var. Orhan arkadaştan kısaca bahsetmek istiyorum. Bizim eğitimlerimizi, panellerimizi yürüten arkadaştı. Bir nevi YCK örgütünde ideolojik anlamda en hakim, çıkan sorunları çözümleyen, arkadaşların benimsediği, çelişkisi olan arkadaşların gidip tartışmak istediği bir arkadaştı. Hem mütevazi, hem sade, hem ideolojik derinliği arkadaşlar içerisinde doğal bir etkinliği sağlamıştı. YCK içerisinde zaten görevi vardı ama onun dışında da doğal bir etkinliği vardı” diye konuşarak, kendi üzerindeki etkisini anlattı.

Bedrettin, okul arkadaşları Sadi ile 94 yılında Amed Lice kırsalında girdiği bir çatışmada yaşamını yitiren Dr. Orhan Ersöz’ü, “bu arkadaşlar Türkiye halk gerçekliğini daha fazla biliyorlardı. Onlarla güçlü paylaşımlarımız oldu. Bu benim gerillaya katılmamda etken oldu” diyerek andı.

İlk eylem
 
Hiçbir zaman unutamadığı ve kendi yaşamında önemli bir dönüm noktası olan ilk eylemini anlatan Bedrettin şunları söyledi: “Üniversitedeyken bir yazılama görevi verilmişti. Bize düşen görev ‘Biji PKK, Biji ARGK, Biji Serok Apo’
 
yazılmasıydı. Ben ilk gittiğimde bunları yazarken bana komik gelen bir durum yaşadım. Biji Serok Apo yazıyordum, ama içsel bir olgu değildi, çünkü henüz tanımıyordum. Hem yazıyordum, hem de kendime gülüyordum. Farklı bir heyecan, farklı bir coşku yaşıyordum. Bunları yazdıktan sonra kendi inisiyatifimle ‘Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Halkların Kardeşliği’ şeklinde bir slogan da yazdım. Bana söylenmemesine rağmen öyle bir şey yazılması gerektiğine inandım. Bu hareketin bir parçası olacaksam, benim de kendimden, bana hitap eden bir sloganının olması gerektiğini hissettim.”

‘Katılımlarda etkim oldu’
Bedrettin’in bir Türk olarak yurtsever gençlik içinde yer alması birçok Kürt gencinin mücadeleye katılmasında etkili oldu. Mücadeleye katılmada kararsız olan kimi Kürt gençleri Bedrettin’in aktif çalıştığını görerek gerillaya katılıma kararı verdi.

Bir Türk olarak Kürt halk gerçekliğine, Kürtlerin Özgürlük Mücadelesi’ne anlam vermek için yoğunlaşma ve çelişkiler yaşadığını söyleyen Bedrettin, “gerçekten anlam vermeye çalışıyordum, farklı duygulardı. Kürt kelimesi geçince ya da Önder’in ismi geçince karışık duygular yaşıyordum. Bir sempati var ama bilinç düzeyine oturmadığı için duygular düzeyinde merak, coşku, acabalarla kalıyordu. O anlamda birçok arkadaşın çıkışında benim Türk olmamın etkisi oldu. PKK’ye katılırken sosyalizmi belli anlamda kavrama düzeyi vardı. Devrimciliğin ne anlama geldiğini, nasıl bir yaşam olması gerektiğini, üslubunu, ilişkilerini teorik olsa da kavram düzeyinde biliyorduk. Fakat beni daha çok çeken gerilla savaşıydı, gerilla eylemiydi” diye konuştu.

Bedrettin, Vietnam devriminden, Che Guavera’nın yaşamından, Türkiye devriminde Mahir Çayan, Deniz Gezmişlerden her zaman etkilendiğini anlatarak bu şekilde kendisindeki enternasyonal yaklaşımın geliştiğini belirtti.

Gerillaya katılım kararı

Bedrettin yaptığı eylemlerde deşifre olmasından dolayı kendisini iki keskin seçeneğin karşısında buldu; dağ veya şehir… Bir süre bunun çelişkisini yaşayan Bedrettin, dağı tercih etti. Bedrettin dağı seçmesinin nedenini şöyle anlattı: “Şehir çalışmaları bana çekici gelmedi. Bir de hayallerimizdeki devrimcilik, okuduğumuz kadarıyla daha çok gerilla, silah, radikalizm dikkatimizi çekiyordu. Bu PKK içerisinde daha fazla olduğu için bana daha çok çekici
 
gelmişti.
Ben tercihimi dağdan yana koydum.”

TÖDEF’ten deşifre olduğu için dağa çıkmak zorunda kalan bir Türk arkadaşıyla birlikte ‘93 yılında Amed’de saflara katılan Bedrettin katılımını hiç unutmadığı anılarıyla anlatıyor.

Bedrettin, TÖDEF’ten katılmak zorunda kalan arkadaşının netleşmeden katıldığı için zorluk yaşadığını belirterek “Yeni savaşçı eğitiminde hep bana takılıyordu. Başıma bu belaları sen açtın diye. Fakat daha sonra şehit Harun arkadaşın özel ilgilenmesi oldu bizimle. Benim bireysel olarak yaşadığım çok fazla bir çelişki yoktu, ama o arkadaşın yani Ayhan arkadaşın çelişkileri vardı. Harun arkadaş ilgisiyle o arkadaşı ikna etti. Arkadaş ‘94 baharında operasyonlarda şehit düştü” diye konuştu.

Hayallerindeki komutan Harun
PKK şehidi Harun’dan(Hüseyin Özbay) hayranlıkla bahseden Bedrettin, yaşadığı etkilenmeyi şöyle anlattı: “Katılırken PKK hareketini, gerillasını, komutanını kitaplardan okudum. Yine de her insanın kendi kafasında bir gerilla komutanı portresi vardır. Harun arkadaşın komutan olduğunu bilmiyordum.
Fakat ilk gördüğümde hemen anladım. Üslubuyla, giyimiyle, boyuyla, tam kafamda şekillendirdiğim komutan portresiydi. İlişkilerinde, üslubunda heybetli bir duruşu vardı. Zaten o duruşu beni etkiledi. Yeni savaşçılarda olmamıza rağmen haftada bir gelip bizimle tartışıyordu. Harun arkadaşın bizde ilk fark ettiği, halk gerçekliğine uzaklığımız oldu. Kürt halk gerçekliği noktasında bana bir örnek vermişti, bu kafama çok takılmıştı. Diyordu, ‘bizim arkadaşlar öyle bir çelişki yaşıyorlar ki kendi canlarını feda edebilirler.
Fakat bir eğitime gelmezler.’ Bulgur Tepesi diye çok yüksek bir tepe vardı, onu göstererek, ‘bir arkadaşa söyle bu tepeye sırtında bir torba unla çık, in onu yapar. Ama de gel eğitim yapalım, eğitime gelmez.’ Benim için çok anlam verilemeyen bir olguydu. Fakat bunu anlama noktasında ilk başta zorlandım. Fakat bu noktaları belli bir süre sonra tanıyarak öğrendim.”

‘Üslupsuzluklardan zorlandım’
Bedrettin’in gerilla içinde yaşadığı zorlanmalar da oldu. Yeni savaşçılardan çıktıktan sonra gittiği bölükte “Her şeyiyle yoldaşına bağlı, kendini feda edebilir, fakat üslupları beni çok zorluyordu” dediği keko özelliklerle çatışması oldu. Bedrettin “diyordum bir devrimci nasıl öyle bir üslup kullanabilir. Bir akşam nöbette ben bir saat boyunca ağladığımı hatırlıyorum. Bu ağlama pişmanlık anlamında değildi, nasıl adapte olacağım diye düşünüyordum. Yani
 
insanlarla aynı ortamdasınız fakat duygu bağı gelişmeden fiziki olarak aynı ortamda olmak yetmiyor. Kürt halk gerçekliğinin duygusunu, refleksini anlamada zorlandım” diye konuşarak yaşadığı duygusal zorlanmayı anlattı.

Daha sonra bölük ve takım komutanı arkadaşlarının yardımıyla sorunları daha iyi çözümlediğini belirten Bedrettin; gerillada fiziki anlamda zorlanmadığını, tek zorlandığı şeyin örgütsüz anlayışlar olduğunu söyledi. Bedrettin gelişen operasyonlar ve yoğun eylemlerden dolayı artık bunları düşünecek zamanlarının bile olmadığını belirterek “Yaşamın kendi dili yoğunlaşmamıza yön verdi” dedi.

Gerilla hayatının önemli dönemeçleri
Bedrettin, kendi yaşamı için milat dediği üç aşamayı “Bir katıldığımda şehit Harun, iki Dersim’de şehit Zeynel, bir de Önderlik sahası benim için önemli dönemeçlerdir”, sözleriyle anlattı. Bedrettin, Dersim’de şehit Zeynel’le yaşadığı olayı, tekrardan yaşıyormuş gibi yeniden duygulanarak anlattı. Dersim’de bir komutanının yaklaşımından
çok daralarak bir bölgeden bir bölgeye yaptığı kaçışı Bedrettin şöyle anlattı: “Dersim Pülümür alanındaydık. Şimdi şehit düşmüş olan Serhat diye bir arkadaş vardı. Üslup noktasında zorlayıcı yanları vardı. Birkaç defa eleştirsem de ciddiye alınmadı. Şehit Zeynel’in örgüt içerisindeki duruşu, hakimiyeti biliniyordu. Bir arkadaşla kararlaştırdık bir hafta boyunca Pülümür’den Munzurlara kaçtık. Daha sonra şehit Zeynel’in yanına gittik. Ben kış boyunca uygulamayı, her tür cezayı göze almıştım. Diyordum örgütün yanına gideyim, ama burada kalmayayım. Gittiğimde şehit Zeynel’i gördüm. Şehit Zeynel bizi görür görmez kahkaha attı. Sanki görevden gelmişiz gibi sıcak karşıladı, sarıldı. Bu beni çok etkiledi, farklı bir şartlanmayla gitmiştim. Tartıştı bizimle, herhangi bir yaptırım uygulamadı. O alana ve kendi durumumuza ilişkin bir rapor yazıp hemen yaşama katıldık. Bu bende tersinden bir suçluluk duygusu geliştirdi. Çünkü örgütten izinsiz gelmiştim. O anda PKK örgüt yaklaşımı ve onun dışındaki yaklaşımın farkını gördüm. Örgüt içerisindeki yürümemde belirgin dönemeçlerden biri de şehit Zeynel’in bana yaklaşımıdır.”

‘Önderliği Stalin gibi biri bekliyordum’
‘95’te eğitim için Dersim’den çıkan Bedrettin Merkez Karargah’taki eğitime gideceğini sanıyordu. Çünkü o iki buçuk yılını yeni doldurmuştu ve PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın yanına gitmeyi hak etmediğini düşünüyordu. Bir
 
de Dersim’e gitme önerisi yapmasının nedeni Türkiye dağlarına yani Karadeniz’e gitme istemiydi. Dersim’den uzaklaşması onda burukluk yaratmıştı. Suriye’ye yakınlaştığı zaman Öcalan’ın yanına gideceğini anlayan Bedrettin, ‘95 Ekim’inde ulaştı.

Bedrettin kafasında tasarladığı Öcalan portresini ve karşılaştığı portreyi şöyle anlattı: “Önderliği kitaplardan okuduğumuz kadarıyla kafamda bir portre çizmiştim. Daha çok tarihteki önderliklerle kıyaslayarak bir şekillenme olmuştu. Önderliği daha çok Stalin gibi biri bekliyordum; sert, her şeye hakim, ilişkilerinde çok resmi. Bilinen o klasik komünist örgütlerin sekreterleri gibi bir portre kafamdaydı. Fakat sahaya ulaştığımız ikinci günü Önderlik geldi. Kamelyada gelen arkadaşlarla tek tek tanışma sohbeti yaptı. O doğal yaklaşımlarıyla kafamdaki portrenin yanlış olduğunu hemen fark ettim. Kafamda tasarladığım bir Önderlik gerçeği bir cam gibi kırılmaya başladı. Hoş geldin demesi, tebessümü, gülmesi, şakalaşması… İnsan o doğallığa, o tebessüme rağmen ciddi olma zorunluluğunu hissediyordu onun karşısında.”

Karamanlılar neden katılıyor?
Şam’da Bedrettin’in dışında Karamanlı Pir Kemal isminde bir gerilla daha vardı. Öcalan, “Karamanlılar bize niye katılıyor” diye sorduğunda, Bedrettin hiç düşünmediği bir konu olduğu için şaşırdı. Abdullah Öcalan açımladıktan sonra daha iyi kavradığını belirten Bedrettin, Türkmen ağırlıklı Karamanlıların neden katıldığını şöyle anlattı: “Türkmen gerçekliğini, tarihsel anlamda Türk halk gerçekliği içerisindeki yerini, sisteme karşı muhalif duruşunu orada daha iyi çözümledim. Selçuklulardan tutalım Osmanlılara, hatta cumhuriyetin kuruluşuna kadar Türkmenler sisteme karşı isyan halinde oldular. Zaten günümüz devrimcileri olarak ardılları olduğumuz için Şeyh Bedrettin’in ismini almıştım. Ben bunu daha önce okumuştum, ama Önderlik yaptığı ilk sohbetlerle bizi mücadeleye o gerçekliğin ittiğini hissettirmeye çalışıyor.”
Gerçekleşen büyük hayal

Eğitimde gelişme düzeyini anlamak için istenen raporda; “en büyük hayaliniz nedir” diye sorulan soruya Bedrettin “Türkiye dağlarında bir gerilla komutanı olmak” diye yanıtlayarak Amanoslara önerisini yaptı. ‘96 baharında Türk devletinin gerilla cenazelerini param parça ederek teşhir etmesinin uyandırdığı öfkeyle herkes savaşa gitmek
 
istiyordu. Öcalan Bedrettin’e “büyük hayaline ulaştın işte. Amanos’a gidiyorsun” diyerek düzenlemesini açıkladı.

Ayrı bir örgüt kurabilirsiniz

Bedrettin, ayrılırken Öcalan eski gerillalarla ikişer üçer dakikada vedalaşmasına rağmen kedisinin elini 20 dakika bırakmayarak bir konuşma yaptığını duygulanarak anlattı. Bedrettin veda konuşmasını şöyle anlattı: “Benle vedalaşırken elimi bırakmadı. Hatırlıyorum 15-20 dakika yine Türkiye devrimi üzerine, Mahir Çayanlardan alarak
vedalaşırken elimi bırakmadı. Hatırlıyorum 15-20 dakika yine Türkiye devrimi üzerine, Mahir Çayanlardan alarak günümüze kadar bir değerlendirme yaptı. O insanların devrimci mücadeleyle tanışmasına katkısı, halklar için ne anlama geldiğini. PKK’nin Deniz Gezmiş, Mahir Çayanların hayallerini gerçekleştirmenin ürünü olduğu ve bizlerin de bu hareket içinde onların ardılları olmamız boyutunda bir çözümleme yaptı. Yanımda Karamanlı bir arkadaş daha vardı. Sonuçta şunu söyledi; ‘Biz Mahirlerden, Denizlerden bayrağı aldık bu güne getirdik, küçük de olsa bu bayrağı size teslim ediyoruz. Karaman’a kadar gidebilirsin Bedrettin. İnisiyatiflisiniz ayrı bir örgüt ismi bile kullanabilirsiniz. Fakat ne olursa olsun Önderlik gerçeğini hiçbir zaman unutmayın. Bütün imkanlar arkanızda’ bu temelde bir uğurlama oldu.”
Amanoslara geçiş
Bedrettin ‘96’nın Mart ayında Amanos’a geçti. 2000’de geri çekilmede Kandil alanına dönerek iki buçuk yıl orada kaldıktan sonra 2003’te tekrar Amanos’a gitti. Bedrettin son gidişini; “Bu gidişimiz farklıydı. İlk geri çekilmeyle alan boşaltılmıştı. Güç yeni gidiyordu, o anlamda zorlukları oldu. Her şeye rağmen bedelleri ağır olsa da belli bir çalışm
 
a düzeyi tutturuldu, bir çalışma gerçekleşti” diye anlattı. Bedrettin en son 2005 sonbaharında Amanos’tan Güney’e eğitim almak için geri geldi.
 
Gerilladaki Erternasyonalistler - 3: 'Her şeye rağmen bu yaşamı sevdim'
 
‘Bir operasyon çıktı. Ben kafamı kaldırdım. Bir arkadaş üstüme kapandı ve kolundan bir mermi aldı. Orada gösterilen fedakarlık beni çok etkiledi. O arkadaş daha sonra düşmanın eline geçmemek için bombayı kendinde patlatarak şehit düştü.



 
 
 
 
 
 
Kürdistan Özgürlük Hareketi saflarında gerillacılık yapan enternasyonalist gerillalardan biri de Çerkez kızı Deniz’dir.
Deniz, Ege’nin bir kentinde üç kız çocuklu bir ailenin ortancası olarak doğdu. Aile olarak Ege’ye yerleşmeleri konusunda da bir şey bilmeden büyümüştü. İlk, orta ve lise öğrenimini bu kıyı kentinde tamamlayan Deniz, Çerkez olduğunun bile çok farkına varmadan yaşadığı kültürel, siyasal baskı ile cins olarak yaşanılan sömürü, horlanmışlık sonucu çeşitli arayışlar içine girdi. Bu arayışları daha adını bile bilmediği başkenti Maykap’tan Amed hattına bir adım attığını sonradan öğrendiğini söylüyor. Bu adım Çerkez kızı Deniz’i Kürdistan dağlarına kadar getirdi. Şu an Kürdistan dağlarında bir gerilla olarak 9. yılını doldurmak üzere.

Sınıfsal ve ulusal sorundan çok cins olarak yaşanan haksızlıklardan dolayı içine girdiği arayışlar sonucu PKK ile tanışan Çerkez Kızı Deniz, katılma kararı verdiğinde ailesinin birçok engelleme girişimine rağmen gerillaya katılarak mücadelesini sürdürdüğünü belirtti.
 

‘Kadın özgürlüğünü dağlarda aramaya başladım’

1996 yılında tanıştığı Kürt Özgürlük Hareketi’ne 1997 yılında aktif olarak katılan Deniz, katılım hikayesini şöyle anlattı: “ Mücadeleye olan ilgim ilk etapta kadın olmamdan kaynaklandı. Erkek toplumunda yaşamanın yansımasını biz de gördük. O yüzden benim sosyalizme, PKK ideolojisine olan sempatimin dayanağı çok eskilere dayanıyor. Bu yüzden toplumda erkeğe, ailede babaya, bir tepkimiz oluyordu. Bu tepki beni ve diğer kardeşlerimi etkiledi, birçok ilgi ve arayışta o tepki belirleyici oldu. Genelde Türk ailelerinde vardır, azınlık olan halklara aşağılayıcı yakıştırmalar yapılır. Mesela çocukken onlara göre kötü sayılan bir şey yaptığımızda bizi ‘sen Kürt müsün’ diye aşağılıyorlardı. Ya da onların sevmediği renklerde giysileri giydiğimizde ‘Çingene misin’ diyorlardı. Yani birçok kötülük ayıp sayılan davranış toplumdan dışlanan ezilen halklarla ifade ediliyordu. O yüzden ben de o yasaklanan, dışlanan halklara karşı bir ilgi gelişti. Ezilenlerin, azınlıkların mücadelesine gelişen ilgimin temelleri o zamanlara dayanıyor. Sonraki yıllarda daha örgütlü yapı arama gelişti. Gerçeklerin değişebileceğine olan inanç, arayışlarla birleşince ben ve ablamda örgütlü bir yapı içerisine girme biçimine büründü.”

Önce Türk solu…

Deniz, Kürt Özgürlük Hareketi’yle tanışmadan önce arayışlarının kendisini Türk soluyla buluşturduğunu belirtti. Aynı yıllarda başladığı üniversite sıralarında yurtsever Kürtlerle tanıştığını belirten Deniz şöyle konuştu: “Ama Kürtlerle tanışmam daha eskilere dayanıyordu. Mahalle arkadaşlarım Kürt’tü, Alevi’ydi.

Tabi bunun farkında değildik, çocuktuk ancak bu farklılıklar arkadaşlığımızı etkilemedi. Öğrendiğimde de arkadaşlığımız daha sıkı bir hale geldi. Mahalle arkadaşım Amed’e gidip geldikten sonra Kürdistan’daki gözaltları, işkenceleri, baskıları anlatmıştı. Özgür Gündem okuyorlardı, ben de onlarla okumaya başladım. O zamanlar Musa Anter katledilmişti. Öyle bir insanın katledilmesi de beni çok etkilemişti. Bu tür şeyler Kürt hareketi ile halkına karşı daha çok ilgimi geliştirdi. Ama Önderlik ve ideolojiyle çok bağım yoktu.”

‘Bir türlü yabancılık hissinden kurtulamadım’

Deniz, Yurtsever kesim olarak tanımladığı Kürt öğrencilerle ilişkilerinin sınırlı kaldığını söyleyerek, “Onların içinde hep bir yabancıydım. Bir dönem sonra tanıdığım arkadaşların saflara çıktığını öğrenmiştim, giderken bana ufak anılar bırakmışlardı.
O da beni çok etkiledi” dedi.

Deniz ilk önceleri okul arkadaşlarının her şeyi bırakıp saflara katılmasına çok fazla anlam veremediğini, nasıl olur da insanlar böyle her şeyi bırakıp gidebilirler şeklinde düşündüğünü, mücadeleye katılmayı ölüme gitme olarak tanımladığını belirtti. Yani gideceksin ülken için savaşacaksın ve şehit düşeceksin diyorduk diye konuşan Deniz, şöyle devam etti: “O arkadaşlarla ilişkilerim farklıydı, çeşitli konularda tartışıyorduk. Onları kendi içlerinde dar kalmayla, Türkiye’deki demokratik, akademik mücadeleye katılmayışlarını eleştiriyordum. Genelde Türkiye cephesini ve üniversiteyi önemsemeyen bir yaklaşımları vardı. Arkadaşların dağa çıktığını bana söylemeleriyle kendime olan güvenim arttı. Demek ki bana güveniyorlar diye düşünmeye başladım. Çünkü o zamana kadar benim yanımda açık konuşmuyorlardı.”

Öğrencilerin özgürlük arayışları yoktu

Genel üniversite öğrencilerinde bir yaşam arayışı yoktu.
Tek gündemleri kadın veya erkekti. Yurtsever ortam o anlamda bana daha doyurucu, umut verici ve canlı geldi diyen Deniz, “bütün ölçülerimiz parti ölçüleri olmasa da düzenle kıyasla aramızda çok fark vardı. Ben Çerkez olduğum için hep bir ilgi vardı. Değer veriyorlardı. Ama ben bir türlü o yabancılık hissinden kurtulamıyordum.
Zamanla bu aşıldı. Bende düzenin bana sağladığı tüm imkanları ve ilişki tarzını reddederek bir çıkışı sağlatan en temel şey ise, Önderliğin çözümlemeleri ve kitapları oldu” dedi.

Deniz, kadın olarak bir yandan ezilmişlik, bir yandan da alternatifi yaratamadığından ötürü sistemin kucağına gidiş olduğunu vurgulayarak, “tüm bunları kendi yaşamımda gördükçe bunun böyle devam etmeyeceğine karar verdim. O noktadan sonra her şeyi mücadele için bırakabileceğim kararını alarak gerillaya çıkmaya karar verdim. Epey sayıda bir arkadaşla beraber katıldık. Benim o arkadaşlıklarıma bağlılığım çok fazladır, onlarla yaşadıklarım çok idealize ettiğim şeylerdir. Küçük burjuva yönleri de vardı ama sosyalizme dair yönleri de yakalamıştık. O arkadaşları her zaman soruyorum” diye konuştu.

Özgürlük yolunda aile engeli

Ailede feodal ölçülerin hakim olmasından kaynaklı, katılması önünde engel teşkil ettiğini belirten Deniz, ilk kez çıkmaya çalışırken ailesi tarafından yakalanarak eve kapatıldığını söyledi. Deniz, ancak buna rağmen özgürlük arayışı ve arkadaşlarıma verdiği sözü yerine getirmek için aile engelini aşmak için çeşitli planlar yaptığını belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Arkadaşlarıma söz verdim mutlaka çıkmam gerekiyor diye düşünüyordum. Evdekiler de beni çok sıkı bir göz hapsinde tutuyorlardı. Dışarı çıkamıyordum. Ben de annem köfte yaparken, uyku ilacı koydum içine. Amacım onları uyutarak kaçmaktı. Herkes yedi ama kadın sezgiselliğinden midir nedir bilemiyorum, ablam ve annem yemedi. Gece boyu uyanıktım, babam horul horul uyuyordu, ama ablam ve annem benim nöbetimi tutuyorlardı. O gün kaçamadım, ama sürekli plan kuruyordum. Kapıyı kilitliyorlardı gittiğim her yerde beni izliyorlardı. Uyku ilacı planım tutmayınca ikinci bir plan yaptım. Kahvaltıyı küçük kardeşim hazırlıyordu sürekli. Ben ekmekleri sakladım. Sabah kardeşim ekmek almak için bakkala indiğinde kapının kilidini açmıştı. Uyanık olduğumu bilmiyordu. O çıktığında zaten hazırdım, o asansörle çıktığında ben merdivenle indim. Annem çok iyi bir kadındı ama nedense devletin egemenlik zihniyeti onda çok bilinçsizce yaşanıyordu. Beni vazgeçirmek için analara, dedelere götürüp büyü yaptırmaya çalışıyordu. Ablam diş hekimiydi, aydın, sözde sosyalizmi, bilimi tanıyan birisi olmasına rağmen katılmamam için büyü vb şeylere inanmaya başlamıştı. Ailem vazgeçirmek için epey uğraştı. Ama sonunda ben kazandım.”

Dağların yolu göründü

Kendisi, sistem ve sistemin etkisinde olan ailesiyle verdiği mücadelenin sonunda dağların yolunun görünmeye başladığını belirten Deniz, ilk önce bir grup arkadaşıyla dağa çıkmaya çalıştıklarını ifade etti. Bu olmayınca Mahsum Korkmaz Akademisi’ne gitmek için oradaki çalışanlar tarafından Balkan ülkelerine gönderildim diye konuşan Deniz, buraları bir geçiş sahası olarak düşündüklerini söyledi.

Deniz, burada eğitim gördüğünü, daha sonra Öcalan tarafından da çokça eleştirilen bu eğitim tarzı ve yaklaşımlar karşısında ilk zorlanmalarını yaşadığın belirterek, Mahsum Korkmaz Akademisi’nde yapılan çözümlemelerle etkisinden kurtulduğunu vurguladı.

Demokratik Konfederalizm Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik geliştirilen uluslararası komplo sürecinde Mahsum Korkma
 
 
  DU BIST 33940 Besucher (78755 Hits)
Google
-- Open the Popup Window ---------
 
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden